İnanma sen anlattıklarıma. Dalgın ve kırgın ellerim. Bir bakmışsın kirli sepetime atmışım tüm hayallerimi, bir bakmışsın askıda kalmış bütün sayfalarım. Bazen iyi geliyor sevgilim. Kendime gülüyorum. Sonra Cemal Süreya geliyor yanı başıma. Elinde ince zarif bir kalem. Biliyor musun hiç konuşmuyoruz. Bir küçük kağıt parçasında gezdiriyor ellerini. Düşünsene yarın ölseymişim ömrümün sonuna kadar seni seviyor olacakmışım. Korkmuyor insan inan böyle düşününce. Başımı kaldırdığım da görüyorum gittiğini. Masada bırakmıyor bu sefer tek kalan harfini. Saat 12’yi vurduğu zaman Selda abla beliriyor kapıda. Elinde 2 hayali kadeh. Kendi söylüyor kendi ağlıyor. O söylüyor, sokak ışıklarım kapanıyor bir bir. Seni nasıl unutayım söyle. Söyle Selda abla. Elimdeki hayali kadehi içiyorum yudum yudum. Mahallemden geçiyor Didem Madak. Yolunda kuşlarıyla beraber. Aşağıdan haykırıyor yüzüme “Çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım”. Benimkileri de al diyorum, yetim kalmasın şiirlerim. Kuşlar taşısın kanatlarında. Gökyüzünden savursunlar. Bir tanesi kalsın yeşilimin üstünde. Hiç anlatmadığım olsun, hiç yazmadığım, hiç konuşmadığım. Dediğim gibi sevgilim, inanma sen anlattıklarıma. Yorgun ve yalnız kelimelerim. “Hala duruyorsa yeşil elbisen. Onu bir gün yalnız benim için giy. Saksında ki pembe karanfil geç değil. Ve bahçende yorgun bir düş görürsen” diye bitiriyor Selda abla yazdıklarımı. Hoşça Kal İki Gözüm, Hoşça Kal İki Gözümün Çiçeği…
Yazar: mrfrkydn
Figüran…
Bir öykünün ortasından geçip giden figüranım ben. Odak noktanız çiçekli bir bahçedir belki ya da bir kavuşma enstantanesi gerçekleşiyordur gözlerinizde kimbilir. Ben ise bir köşeden sessizce geçmekteyim. Bir sigara bir ceket bir gölge. Bir tutam renkli balonlar yükselir ekranınızdan yukarı, başroller sarmaş dolaş, yüzlerinde yapay bir mutluluk. Figüranın derdi deniz, bir de küçük deniz atları. Bir bayat simitle kandırır martılarımı sanat yönetmeni. Süzülürler yanı başlarından. Başrollerin gözleri değer birbirine. Hepinizde dakikalık mutluluk. Figüranın derdi şişe içinde bir mektup, bir koyu yalnızlık. Çiçekçi ablam uzatır parasını bir türlü alamayacağı kırmızı gülünü, ekler bir iki kelime. Sahneden sonra yalnız kalan çiçek mahzun, henüz taze. Figüranın sırtı dönük bütün olan bitene, tek eli cebinde. Uzakta bir küçük gemi, bir büyük dalga, buzlanmış bir sigara dumanı eşliğinde. Esas oğlan eğilmiştir artık dizinin üstüne, ekranları kaplayan sahtekar bir ışık. Her bir ev evet demekte. Bir erkek deniz atı doğurmaktadır yavrularını, sancısı tüm maviliklerde. Figüran yoktur artık ekranda, görmemiştir öpüştüklerini. Ya denizinde ya da gemisinde. Bir küçük kulaç sesi. Martılar peşinde, Sezen-Küçüğüm dillerinde.
Evre…
Bir deli rüzgar olsaydım keşke
Hiç uğramasaydım şehirlerinize
Gezmeseydi tenim caddelerinizde
Girmeseydi lodoslarım evlerinize
Bir İroko ağacının altında biriken toprak parçası olsaydım keşke
Basmasaydı kirli ayaklarınız
Girmeseydi bedenleriniz içime
Filizlenmeseydi çiçekleriniz kahverengilerimde
Okyanusun ortasında bir deniz yıldızı olsaydım keşke
Hiç gelmezdim gecelerinize
Kalmazdı bir dileğiniz
Düşmezdim hiç gözünüzden
Bir kanserin üçüncü evresi olsaydım keşke
Onkoloji servisinin en ücra köşesinden yazsaydım bütün olanları
Sığıntı kalsaydı kalemim
Zayıf kalan ellerimde…
AZ…
Alfabenin ilk harfiyim ben. Sen ise son. Geri kalanlar birer figüran. Kavuşmamız için türlü türlü cümleler oluşturmalıyız. Zor biliyorum. Görüyor ve arttırıyorum. Kaç sabah daha yazılacak, kaç gece dökülecek kalemimden. Daha kaç filme gidemeyeceğiz? Peki ya Ortaköy de denize nazır kumpirin tadına hangi cümlenin ortasında denk geliriz? Hayır geri kalan harfleri öldürsem ne olabilir ki? Kaç yıl yatarı var kurulamayan cümlelerin? Bir battaniye altında buluşması için çıplak ayaklarımızın daha kaç açık görüş geçirmeliyiz? Peki o zaman silemez miyiz tüm ortada kalanları? Seni Seviyorum demek için hiçbirine ihtiyacım yok ki benim. Kaç mevsim, kaç yağmur, kaç kış geçirecek ki kelimelerim? Halimize üzülseler de gitseler, AZ mı kalırız geride. Her şeyden birAZ, hepsinden birAZ, boğazımda bir shirAZ, ne yazsam olmAZ…
Adaçayı…
Semazenler dönüyor avuç içlerimde.
Bir kaç kuş kurutulmaya bırakılmış tellerde.
Güneş giriyor soğuk koridorlarımdan.
Sıvası dökülmüş tüm çatlaklarımın.
Bir kilise papazı örtüyor üstümü.
Üzerimde kardelenler.
Sokak çocuklarının sesleri değiyor tenime.
Ellerinde bayram şekerleri.
Kalbimde sıcak bir gülümseme.
Şeyhim çıkmakta merdivenlerimi.
Bir ileri iki geri.
Tespihinin taneleri dökülüyor diğerlerinin önüne.
Periler güldürüyor.
Martılar birikiyor son görebildiğim çatıda.
Beyaz bulutlarımı hazırlıyor kanatları.
Sessiz bir simitçi geçiyor mahallemden
Hissediyorum.
Ama hiç canım çekmiyor.
Bir cadı tütsülüyor ışıklarımı.
Elinde bir demet ada çayı.
Sis perdesi olmuş sokak ışıklarım.
Eğilmiş öksürüyorlar.
Bir kara serum bir uzun hikaye.
Bir imam takılıyor bu denkleme.
Sesi güzel kendi güzel sakalı beyaz.
Elinde bir kitap.
Üstelik benim değil.
Yine de parmaklarımda titrek bir kalem.
Ateistler karıştırmışlar ceplerimi.
Önüme dökülüyor, gün yüzü görmemiş küfürlerim
Kumbaramda biriktirdiklerim.
Bir tutam el geziyor el yazılarımda.
Birbirini tamamlıyor artık sayfalarım.
Bir tutam el suluyor kasımpatılarımı.
Sesim yapraklarında.
…Loji
Kaç kez aradım, kaç defa bakındım gittiğin o dar sokaklara. Gezdiğin tüm sokak ışıklarına gösterdim cüzdanımda olan vesikalık resmini. Görmemişler. Geçmemişsin gecenin herhangi bir yerinden, ne köşesinden ne de bucağından. Bakındım, esnaf lokantalarına gitti gözlerim, hiç mi acıkmadın diye aklımdan geçirdim kaç kez. Ama yine de bulamıyorum. Üşenmedim hiç seni ararken, üşüdü biraz parmak uçlarım. Büfe de ısındım seni uzun uzun anlatırken. Gelmemişsin buralara, sardırmamışsın okunmamış gazete kağıdına. Ercü selam söyledi seni görürsem, görürsem söylerdim elbet. Az bi gel selam kalmasın üstümde. Biliyorum kaçıyorsun, biliyorum yoruldun da uzaklaştın olduğun yerden, ışığından, gecenden, kitabından, kaleminden. Dursaydın biraz, az biraz soluklansaydın keşke şu an baktığım sahilde duran az nemlenmiş en sevdiğin bankta. Yakamoz mu kandırdı seni yoksa, bir yansımadan ibaret miydi izlerin? Oysa aynı düşünürüz sanıyordum, aynı yerlere gider, aynı sohbetten keyif alırız sanıyordum. Ayna da bile göremedim seni. Kaybolduysan eğer, derin bir nefes çek tütününden, küçük de olsa ışığın görmezden gelemem ben seni. Hangi garson girmişse koluna söyle bana getirsin. Yoksa sen mi çaldırdın şu eski aracın içinden Ferdi Özbeğeni? Kim küstürdü seni söyle, saçından tutup önüne fırlatayım. Kim yoldu söyle bana biriktirdiğin kır çiçeklerini? Sen üzülme sevdiğim, kırarım onların ince bileklerini. Ama gel bak buralar yerle yeksan, bedbaht tüm mahalle sakinleri. Ben mi üzdüm seni? Hastaysan söyle bileyim, hiç olmazsa rüyama gir kumralını son kez seveyim…
Tebriz…
Beni göremezsen üzülme.
Saçlarımın değdiği yastığa dokun
Yüzümü kuruladığım havluya
Dudaklarımın değdiği fincana
Beni duyamazsan üzülme.
Mırıldandığım şarkıyı söyle
Bir kuşun cıvıltısını dinle
Bir sıcak esinti girsin teninden içeri
Beni bulamazsan üzülme.
Yürüdüğüm caddelerde gezin
Bir tahta masaya dokunsun elin
Bir çiçekte doğur beni
Sesim yankılansın bir martının dilinin ucunda
Gölgem belirsin tüm sokak ışıklarında
Nefesim sarsın tüm dip köşelerini
Ah benim pencere önü çiçeğim
Varlığında öldür
Yokluğumda yaşat beni
Ama sen sakın üzülme…
Bilinmezlik…
Hoşgeldin yalnızlığım. Bu sefer çok beklettin beni. Özledim mi seni? Bilmiyorum… Ama bu sefer uzun sürdü kavuşmamız. Hayır kucaklamayacağım seni. Hatırlıyor musun en son benden giderken ne dediğini? “Sadece kendin için yaşa”. Denemedim mi sanıyorsun. Önce bir yeşil ot için yaşadım. Her gün sular biriktirdim damarlarında. Uzadı, büyüdü, serpildi. Kalabalığa karışınca bıraktı beni. Sonra bir küçük nehir için yaşamak istedim. Yoluna çıkan tüm engelleri aşsın diye parçaladım bütün dağları. Her gün avuç avuç toprak eşeledim de denize karışınca bıraktı beni. Küçük bir köpek yanaştı dizlerimin dibine. Hiç tanımadığı caddelerde gezdirdim, hiç görmediği güneşi örttüm üstüne. Yanaştığı dizimde büyüttüm de bahçeli bir ev görünce bıraktı beni. Evet biliyorum “Bir İnsan” diye geçiriyorsun aklından. Onu da denedim merak etme. En masumunu seçtim. Önce sevgiyi öğrettim sonra merhameti. Ben bu değerleri uğruna kılıçtan geçirirken tüm canlıları, savaşın ortasında seninle bıraktı beni. Bakma hiç öyle. Kalacak yeri olmayan adamım ben gidene niye kızayım. Hiç sebebim yokken kendim için neden yaşayayım. Şimdi bir kalem var elimde biraz da mum ışığım. Kalemim biterse ve ben muma üflersem… Hoş Geldin Yalnızlığım. Özledim mi seni? Bilmiyorum…
Meğer…
Yokluğunda bir tiyatro sahnesiydim. Seyircisi olmayan kirli kırmızı koltuklara oynadım aynı oyunu. Meğer sana hazırlanmış tüm replikler, sana yazılmış tüm oyunlarım, yüreğine açılacakmış perdelerim. Yokluğunda üçüncü sınıf bir balık lokantasıydım. Her yanım toz tuğla, her yanım karanlık. Meğer seni beklemiş sardunyalar, lüferler, levrekler. Sana saklanmış tüm sarı ışıklarım. O küçük avuçlarından akacakmış masmavi bir deniz. Yokluğunda çorak bir toprak parçasıydım, çatlamış tüm yollarım. Meğer seni beklemiş tüm göçebe kuşlar, bodur meyve ağaçları. Değdiğin yerde yeşerdi tüm canlılar. Irmaklar aktı dağımdan, yamacımdan. Gözlerinmiş tohumlar, baktığın her yer şimdi alabildiğine orman. Yokluğunda okuyanların anlamadığı bir kitapmışım. Meğer seni beklemiş eskimeye yüz tutmuş sarı sayfalarım. Yazdığım tüm şiirlerim öksüzmüş, saçlarınmış tüm hikayem ve bir gülümsemen yüzündenmiş tüm devrik cümlelerim…
Eşik…
Ellerimi özgür bıraktım bu gece. Ruhum ucu yanık bir sigara izmariti. İki ben kaldım koltuğun dip köşesinde. Yüzüm gözüm toz, içim dışım fani. Bir kapı eşiğinde bıraktım ayak izlerimi, ekmek kırıntılarımı. Ardı sıra gölgem peşimden gelmekte. Aldım karşıma oturttum beni. Yüz yüze geldik yıllar sonra. Utandık kaçırdık gözlerimizi. Öylece bekledik, saatler geçti avuç içlerimizden. Özgür bıraktığım ellerim gezindi göz kenarlarımda. “Nasılsın” dedi, “İyiyim” dedim. Kendime bile yalan söyledim. Ruhum eski bir mahalle bakkalında unutulmaya yüz tutmuş leblebi tozu. Tatsalar boğazlarında kalırdım ama tadım güzeldi. İki ben kaldım koltuğun dip köşesinde. Parmakları içe burkulmuş çıplak ayaklarımız, yüzümüzde mahçup bir gülümseme. Eğreti kelimesinin beden bulmuş haliydik. Bir kahve fincanında bıraktım çatlamış dudak izlerimi. Kalbim temiz çıkardı oysa suya vurmasaydılar telvelerimi. İki ben kalmıştım koltuğun dip köşesinde. Uğurladılar birimizi. Eşikte çıplak ayak izim, ellerim boş ceplerimde…
