3-5…

İnce belli bir bardak, açık 3 şekerli çayım. Sessiz esen Eylülün ilk kıvrımındayım. Sokaklar her zaman ki gibi güzel her zaman ki gibi sakin. Kalabalıksız bir cadde. Oysa ne de güzel top koştururdum gözlerimin hemen önünde. Şimdi bir cenaze, ayakta son kalan bir sokak ışığının lambası sönük. Ölmüşse demekki. Gözlerinin feri yok. Oysa şimdi herhangi bir arabanın arka koltuğunda olmalıydım. Araba kendi kendine gitmeli beni dinlemeliydi. Arka koltuğun sol camına yazmalıydım üç beş kelime. Fonda Masar – Le Trio joubran çalmalıydı. Gelişi güzel olmalıydı tüm karanlıkların, ben ise cama yazdığım üç beş kelimeden farklı farklı cümleler kurmalıydım. İçine bir iki sır eklemeliydim. Kimse çözmemeliydi. Kimselerin olmadığı cadde de kırmızı ışıkta durmalıydık. Üç beş kelimeden küçük bir tıkırdı gelmeliydi. Bir mendil karşılığında bir tebessüm almalıydım o küçük çocuktan. Çalmalıydım yüzünde duran umutsuzluğu ve yolda uzak diyarlara fırlatmalıydım. Ama üç beş kelimeden bir şeyler anlatmalıydım, araba beni dinlemeliydi. Soru sormadan, yargılamadan, acımadan. Ben ise sıra sıra dizilen ağaç dallarında bulmalıydım gözlerimi. Bakmamalıydım arabanın yüzüne. Bakarsam anlardı belki de anlatmak istenilen üç beş kelimeyi. Üçün beşin lafı olmaz aramızda ama silmeliydim son durakta, inmeliydi cümleler. Oysa ben sessiz esen Eylülün ilk kıvrımındayım, onlar en uzak kıtada kendi yollarında… Sokaklar her zaman ki gibi güzel…

Yorum bırakın