Durak…

Sahne ışıklarının olmadığı yerden süzülen yağmur damlaları altında başıboş sallanmaktayım. Belli belirsiz trafik ışıkları, sağa sola yalpalayan yol çizgileri, kaz ayaklarımdan düz, eller her zaman ki yerlerinde. Gözüme kaçan onca insan hayatı, onca koşturma, onca saçma sapan fikirler. Seyre durmayan bir sokak köpeği eşliğinde anlamsızca yürüyorum. O da anlamsızca peşimde. Tarafımıza bakmadan ortamızdan geçen, hayatının ortalarında bir kadın, telefonu kendine yakın. Sokak köpeği ile göz göze geliyor ve inceden sırıtıyoruz. Günaydını yok, merhabası yok, tebessümü eksik. En darından bir sokağa giriyoruz yanyana. Bu sefer de yaşlısından bir bey amca seyirtmekte nefesini, hala nereye koşturuyor kendi de bilmiyor. Cami de tersinde kaldı oysaki. Yine göz göze geliyoruz köpekle, önce şaşırıyor sonra yine sallanarak sırıtıyoruz. Yaklaşık kaç adım attık bilmesek de, duvara yakın, tenha da buluşmuş iki aşık. Taraflarına bakmamaya çalışan bir köpek ve ben. Halimiz içler acısı, hareketlerimiz tuhaf. Utanmasınlar diye sadık olarak bildiğim sokak köpeğim ile kör rolü oynuyoruz. Bilmediği tek şey kör olanın ben olması gerektiği. Çekiştirme köpek diyip uzaklaşıyoruz kalbi hızlı atanlardan. Bir simitçi çıkıyor karşımıza hem de bu havada. Ayıp olmasın diye alıyoruz bir adet ıslanmış simitlerden. Karşımıza çıkan ilk durağın oturma yerine yerleşiyorum. Bir an hayallerimin elinden bırakmışım farkında değilim. Otobüs durağının karşısında cadde yok oluyor, denize vuruyor tüm otobüs seferleri. Tepeden martılar kendilerini bırakmakta, köpek şaşkın. Köpek bana, ben elimdeki ıslanmış simite bakıyorum. Bir parça koparıp fırlatıyorum olduğum yerden martılara, köpek daha bi şaşkın. Kulağımda ansızın beliren bir korna, camdan ağız dolusu söven bir otobüs şoförü. Köpek önde ben arkada kaçmakta. Benim eller, köpeğin dili dışarda. Hayallerime otobüs çarptı, hem de durakta…

Yorum bırakın