Küçük bir çakıl taşı ile başladı her şey. Bir delinin kuyuya attığı taş kadar ses getirdi. Okeye 4. bulamayanlar 40 kişi olmaya kalkıştılar o küçük çakıl taşını çıkartmak için. Oysa taş mutluydu o kör kuyuda kimsesiz kalmaktan. Yine de uğraşacak bir şeyleri olmayanlar uğraştılar o küçük çakıl taşıyla. Sessizlik sevmişti, karanlık sevmişti, yalnızlık sevmişti. Anlatamadı derdini. Tasını, tarağını alamadan delinin biri attı onu en sevdiği yere. Deli anlamıştı bir tek dilinden, deli görmüştü ilk çakıl taşını… Sıktı kendini bulunmamak adına, ortadan ikiye bölünmek adına. Sıktıkça kayaya dönüştü, farketmedi. Artık ne 40 kişi ne de 40 fırın yetecekti. Olduğu yerde huzurluydu. Anlatamadıkça büyüdü, evrildi. Uzun zaman sonra büyük araçlar getirdiler kuyuyu yıkmak adına. Çekirdeklerini alıp izlediler 40lı kalabalıklar… Kuyu olduğu yerde patlayıverdi, çıkan su zamanla göle döndü. Boğuldu sanıp gittiler. Sağında solunda bodur ağaçlar belirdi, sazlıklar belirdi, güneş belirdi, deli belirdi. Gördü o boğuldu sanılan kayayı. Parçalanmış her bir tarafını suda sektirdi. Bir kuyu suyunda biriken mutluluk, bir delinin umudu, bir kayanın mutluluğuna bıraktı yazı kendini… Hayalimizin peşinden gitmek umuduyla…
