Çilingir…

Bir çilingir sofrası hazırlıyorum. Her şey sere serpe. Yıllanmış şaraplar, açılmamış mektuplar, gidilmeyi beklenen ücra şehirler, kalıtımsal yalnızlıklar, dengesiz sohbetler, son demlerini oynayan eski dostlar… Üstümüze biraz sepya rengi. Soframızın adı çilingir açsın bütün sohbetleri. Yalınayak olsun, çiğ yağsın dibi gelen saçlarımızın üstlerine, lodos essin etrafımızda. Dallarda asılı kalsın sarı ışıklar, yeşili gözükmesin. Kör kalsın gecenin en zifiri karanlığı. Matmazel otursun ayağımın dibinde. Ben kağıda dökerken anlatsın birileri ardında bıraktığı yılları. Biraz kalabalık olsun yalnızlıklarımız. Nadasa bırakalım tüm bedenlerimizi. Parmak ucumuzdan saç diplerimize kadar tebessüm bırakalım üstümüzden geçen bulutlara. Birileri en tiz sesinle şarkıya başlasın, en bilinen yerde detone olsun bütün ıslıklar. Mendil satanlar gelsin bulaşsın omuzlarımıza. Küçük bedenleri ile özensinler olana bitene. Yaşamadıkları ve asla gidemeyeceği yıllara götürelim hep beraber. Bir zaman makinesi olsun ki sormasın kimseler. Bütün sandalyelerimiz cam kenarı olsun. Aslında ben bir gün diyerek başlanan cümlelerin sonu gelmesin, ağzımızdan sarksın şaşkın salatalık kabukları. Gözü gönlü dolana sarılalım hep beraber. Tavuklar kendi kendini pişirsin uğraştırmasın bizleri, sipidik sipidik tavasına düşsün çinekoplar, levrekler. Bölmesin bu anlarımızı tek bir nesne. Tek bir kırıntı kalmasın ruhumuzda. Tüm tenlerimizi sıyıralım. En son çilingiri bırakalım sofrasında. Bizler yalınayak giderken arkamızdan bakakalsın. Tek tek kilitlesin olanı biteni. En son okuyan kapatsın sarı ışıkları, çeksin pikesini üstüne, iyi geceler desin kırk yıllık arkadaşları gibi olan hiç tanımadıklarına…

Yorum bırakın