Odamın duvarından geçiyor tüm mavilikler. Oysa sarıya boyadım bütün duvarlarımı. Güneş almıyor odam, mecburdum. Kendi güneşimi yaratmak için mecburdum. Sarısı var ısısı yok. Isıyı veren tek şey tek gözlü katalitik. Ona da çay koydum zaten. Bari su ısınsın. Biz yine kaldığımız yerden devam edelim. Bir battaniye salınsın omuzlarımdan. Kalemim elimde yazacağım şeyleri düşünüyorum. Bulamıyorum çoğu zaman. Sarı olmayan yerlerine bakıyorum odamın. Belki bir çizik, belki bir kırık, belki bir çatlak görürüm. Kimilerinden şekiller oluştururum, kimileri beni anımsatır, kimileri ellerimi, kimileri yazdıklarımı. Aslında biraz mandalina kabuğum olsaydı, atardım şu suya hayrı dokunan katalitiğin üzerine. Soba yok artık evlerde. Doğala bağlamışlar gazların hepsini. Oysa doğal değil, ne yaşanılan, ne yaşatılan, ne ısıttıklarımız, ne ısındıklarımız. Yapay bir hayat, yapay zihinler, yapay gökyüzü. Bir toprak üstü hikayesi benimkisi. Üşümemiz normal. Saat akşam üstünü biraz geçiyor. Balkondan sarkmış mor sümbülüm. Sokakta çocuk sesi yok oysaki. Belki bir kedi gezintisi, belki bir martı kıyıntısı. İzlenecek çok şeyi olan, sokak bitki örtüsüne sahip eşsiz balkonun kıymetini bilen mor sümbülüm. Çok sarkma düşersin tembihimle mutfağımda dudak izlerimin henüz taze olduğu çay bardağına ilişiyor gözlerim. Fazla uzağa gitmiş olamazsın , izin taze bakışlarını bırakıyor bana doğru. Anlatıyorum ona doğru, olan bitenlerden bir kubbe. Sırra kadem basılmaz bende, sırra kalem basarım ben. Bastığım yerde izim, baktığım yerde hayallerim. Fazla uzağa gitmiş olamam…
