Seferi kaldı ellerim. İntihara açık bir kalem. Başıboş saçılmış tüm beyazı az kalan kağıt parçaları. Bir rüzgar çıksaydı eğer temizlenirdi duvar dipleri, cam kenarları. Açık kalan yerlerden bir çam esintisi girerdi inceden kimbilir. Bir karakterin dışa vuruşunu izliyorum senin yüzünden ey rüzgar. Yalpalıyor kağıdının kenarından. Göz göze gelmemek için verdiği çaba takdire şayan. Bir sigara uzatıyorum sessizce. Söze ne ben girebiliyorum ne de kendisi. Bir ateş aydınlatacak etrafı ikimizde biliyoruz. Bir kibrit alevi yakacak bütün kağıt parçalarını. Uzanıyor tutunacak tek dalı olan sigaraya. Yakmıyor, yakamıyoruz… Gözleri en uçta kalan diğer kağıda ilişiyor istemsizce. Esmeliydi oysa rüzgar. Şahit bırakmamalıydı ne yerde ne sandalyede. Esmedi… Diğer kağıtta beliriyor bir yaşam belirtisi. Baktığımız yer karanlık. İkimizde görmek istiyor, ikimizde sigaramızı yakmak istiyoruz. Zaaflarımızdan faydalanmak istiyor hayat denen sürpüntü. Bırakmıyor yakasını lodosun… Gözlerini benden kaçırmak için verdiği çaba, yerini duaya, haykırışa, yalvarışa, çaresizliğe bırakıyor. Bakış olmaktan çıkıyor göz temasımız. Başım ile onaylıyorum sadece, yapması gerekeni. Bir kibrit alevi ile sigaralarımızı yakıyorum. Yanan ışığın gölgesinde, karanlıkta kalan yaşam belirtisinin silueti beliriyor karşımızda. İşte o an bırakıyor rüzgar kendini boşluğa. Saç tellerimiz uçuşuyor önce. Ensemde ter ile karışık soğuk bir iklim örtüsü. Kibritten çıkan kıvılcımın kağıda düşüşünü izliyoruz. Bir fırt çekiyoruz en güzel manzaramıza. Son bakışımız ortaya çıkıyor. Aydınlanıyor bulunduğumuz 40 metre kare. Sarıya çalıyor bedenler. Kulaklarımızda hüzünlü bir melodi, yüzümüzde yarım kalan bir tebessüm…
