Ormanın kuytu bir yerinde, ağaçlıkların gökyüzünü göstermemeye çalıştığı yerdeyim. Sere serpe bıraktım bedenimi irili ufaklı kahvenin en sakin köşesine. Yüzüme öpüp geçen güneş ışığını selamlıyor gözlerim. Hoş geldin diyor kırılgan bir papatya, meraklı bir kozalak parçası düşme pahasına sarkıyor ağacın dalından. Bir tırtılın kozasından çıkmasını izliyor, kabuğun arasında duran asker karınca. Kayboldum biliyorum. Yedi rengin altından geçerken kayboldum. Renkleri seçerken kayboldum. Utandım, sormadım bir adres kayboldum. Şimdi bir çınar ağacının yaprağı düşmekte sessizce. Elimi uzatsam tutarım biliyorum. Dengeyi bozmaktan korkuyor daha çok kayboluyorum. Tenime bulaşıyor 7 renkte bulunmayan bir renk. Kaybolduğum yerde kabul ediliyorum. Salkım söğüt arasından tam 6 güneş ışığı geçiyor. Biri bana, biri yaprağa, biri toprağa, biri papatyaya, biri kozalağa, biri az önce bir tırtıldan ibaret olan kelebeğin eşsiz kanadına çarpıyor. Karınca olacakları bilirmişçesine kabuğun arasında. İnce telli otlar beliriyor ayaklarımın arasında. Hindibalar, 4 yapraklı yoncalar, biraz gelincikler. Matmazel beliriyor yeşilin arasından, ağzında kalemim, gözünde umudu… Yüzümde tebessüm, umudumuz günbegün…
