Cahit Abi…

Bir bankta oturduğumu hissediyor bedenim. Karşımda alabildiğine deniz, içinde küçük küçük tekneler. Kimisi balığında, kimisi keyfinde. Balonu kaçmış dünyanın en rüzgar alan köşesinde oturuyorum oysaki. Ama yine de terliyor avuç içlerim ve ben yine de kalkmıyorum olduğum yerden. İzlemesi keyifli olan insan siluetlerinde geziyor gözlerim. Çehrelerinde yarım kalmış tebessümler, yarım kalmış üzüntüler, bıraktıkları, bırakıldıkları, sardıkları, saramadıkları. Hepsinde fazladan bir el, hepsinde fazladan bir dert, hepsinde fazladan bir aymazlık. Onlar gezerken ben yoruluyorum. Ritmi fazla uzvun, ayarı bozuk. Düzende olduğu gibi, yazılarımın devrikliği gibi. Az biraz doğrulmak istiyorum olduğum yerden, en azından bir kaç adım, en azından bir kaç karış, en azından bir kaç arşın… İzin vermiyor bir oltanın misinası. Ha geldi gelecek diye zili oynak. Alttan belki de sipariş geçiyor süzgeçine yandıklarımdan biri. Neyse ki kopuyor misina, ya kurtuldu ya da doydu. Tam bir arşın diyorum ki bu sefer de bir türkü bırakmıyor yakamı “yandım dedikçe buz gibi ayran”. Badem bıyığını çekelediğim ekmeğinin peşinde. Çocuklar da onun peşinde. Bırakmışlar renkli istoplarını, kaçırmışlar bileklerinden uçurtmaları. Takılmışlar, takışmışlar, takıştırmışlar üzerlerine özene bezene. Çıkartıyorum ceketimi olduğum yerde, az biraz açıyorum üstten gömleğimin bir düğmesini, biraz da kolları sıvadığımda ruhuma bir kaç adım kadarlık nefes sağlıyorum. Fazla değil üç beş dakika sürüyor avucumda ki terin kuruyup gitmesi, artık kalemim elimde, en sevdiğim şarkı dilimde, çehremde beni bırakmayan detone hissi. Cahit abi olsaydın şimdi şiirinde değişecekti “Hava Otuz Beş, Daha Günün Yarısı…”

Yorum bırakın