Kanatları kırılmış bir kadının son kelimeleriydi. Parmak izlerini bırakmak isterken sigaranın belli yerlerine, dudağının kırmızısını çizmişti bir motif gibi izmaritin en uçta kalan noktasına. Kimin kırdığının bir önemi yoktu aslında onun için. Adına aşk dedikleri üç harften oluşan cılız bir kelime bükmüştü kalbini. Üstünde uzun beyaz elbisesi ile barın en dikkat çeken kadınıydı. Her yanına gelmeye çalışana elinde ki kibriti sallar, yakılmasına müsade etmezdi sigarasının. Oysa daha sabah evden çıkarken sıkmıştı çiçek kokan parfümünü üstüne. Ne ara üzerine bulaştı bu kadar yoğun acının kokusu. Rimeli akmış gözlerinden bakıyordu dünyanın en boş yeri olan duvarda ki çatlağa. Ellerinde gezdirdi bir süre sonra gözlerini. Çatlaklardan mı kaynaklıydı bu acı. Giden bir kaç çizgi için mi gitmişti bu beyazın üstünden. Kanatları kırılmış bu kadının son kelimeleriydi. Ellerinde heyecandan biriken terini bırakmak isterken bir derinin üstüne, kadehin üstündeki su damlasını karıştırıyordu. Kadehin yuvarlak, kırgın, narin kıvrımlarına. Her bilek hareketinde farklı bir melodi, her kıvrımda farklı hatıralar. İçinde bir yerlerde hatırladıklarına belki de tebessüm ediyordu. Kanatları kırılmış kadının son kelimeleriydi. Bir selpak çıkardı küçük el çantasından, bir siyah tükenmez kalem. Kalem tükenmek istese de son kelimelerini de almıştı giden yanında. Kadına kağıda yazmak kaldı. Kendine mi yazmıştı, gidene mi bilinmez. Ama kanatları kırılmış bu kadının son kelimeleriydi. Tek kelime ile başlayan Aşk yolculuğu, bu iki kelimeyle bitmişti… Hoşça Kal…
