A noktasından B noktasına varan otobüs firmasının anlamsız sorgularınla başlayan bir küçük yolculuk içindeyim. Elimde küçükten bir valiz, içinde sadece kalemler. Gideceği yeri mesken tutmayacak olan biletimin sağ köşesine çiziktirdiğim bir iki küçük kelimeler topluluğu. Gölgelerin hüküm sürdüğü bu topraklarda, kemiksiz olan dilime hakimim sadece. Neyse ki cam kenarım. Tek gidişlik bir yolculukta iki kişilik biletim. Klasik bir yolculuk olabilir herkes için. Bense cama vuran minarelerin, takipte kalan bir martının, solundan süzülen bir çınarın dalının, tek şekerli çay kaşıklarının eşlik ettiği esnafların olduğu bir çerçevenin içindeyim. Üstelik kaset çalarda eskilerden bir şarkı. İleri alsan alınmaz geri sarsan sarılmaz. En ön tercihli koltukta adını Meliha koyduğum teyzenin heyecanlı bakışları arasında devam eden yolculuğa muavin arkadaş 10 dakikalık ihtiyaç molası veriyor. Keşke bütün ihtiyaçlar 10 dakika da karşılansa diyorum istemsizce cam da duran yansımama. Melahat teyzemin inecek dermanı yok. Yemenini çıkartıyor, terini siliyor usulca. 10 dakikamın 3 dakikasını harcıyorum onun için. Kalan 7 dakikasını ise gölgelerin yanından geçip iki su şişesine harcıyorum. Biri Melahat teyzeye biri bana. Al yanağından bir tebessüm alarak, bana ait olan camın yanında yerimi alıyorum. Gitmek için acelesi olmayan bedenime biraz su veriyorum. Büyümüyorum artık. Vazgeçtim zamanın ilerlemesinden, vazgeçtim el alemlerden, ne derlerden… Herkes geçiyor ya bir yerlerimden ben ise sadece vazgeçiyorum… Şimdi ise bir tünelden geçiyorum, turuncu ışığın yansıdığı duvarda küçük bir yorum, yazanı ise hayalimde canlandırdığım esmer, kavruk, cılız bir rum….
