Ercüment bir şarap uzatsana ordan. Gazete kağıdına sarılı olsun. Bizim saramadıklarımızı sararız. Acıları alırız, kederi koyarız. Bardak olmasın sakın yanında, biz onu da kırarız. Sonra elimizin kesilmesi, canımızın acıması, içimizin dökülmesi bitmez. Ercüment hala saramadın mı şu şarabı? Her zaman ki gibi yine mi saramadık. Bir tütün mü kaldı sardığımız, inceden ıslattığımız. Tütün yok deme bozuşuruz. Zaten kimimiz kaldı bozuşmadığımız. Bozuşma sakın Ercüment, bu gece sana içeceğim. Bir gazete kağıdına sarılı şarap verdi diyeceğim. Okumayacağım saranı merak etme. Ne de olsa hep aynı terane. Ülke batmış, giden gitmiş, camda ki saçını taramakta… Sen de gel diyeceğim Ercüment’de, daha çok sarmalanması gerekenler gelir sana. Ne oldu bizim sipariş Ercüment. Bağ bozumuna mı denk geldi üzüm karaları, gönül yaraları… Saatte kapamaya yaklaşmakta. Korkma bir bankta oturacağım. Sessiz, sakin duran şaraba ayak uyduracağım. Ceketimin içinde, kolumun hemen altında yer vereceğim. Bir cam kenarı değil biliyorum. Uzatma Ercüment. Uzatma derken konuyu kastettim. Uzarsa bağlayamıyoruz. Bizim bağlanma sorunumuz bundan ibaret. Birileri interneti bağlar, birileri gönülleri, birileri eşarbını yan bağlar. Bize bir konu kalır, onu da bağlayamayız. Konumuz uzun da şişe kısa. Mantarı ipe takarım, belki de vurur bir mercan ne dersin? Okumadığımız gazete bir işe yarar hiç değilse. Neyse Ercüment kapama geldi. Şarap kalsın, mercan yüzsün, gazete okunsun… Zaten hava soğuk…
