Kulağımda garip İtalyanca bir ses döngüsü. Farklı markaları ardı sıra söylüyormuş gibi. “È una giornata particolare, Si inizia con un buon caffè l’amore in città, E ce un profumo di donne.” Küçük balkonun bordo renkli tentesine düşen yağmur damlalarını duyabiliyorum. Farklı bir şehirdeyim ya da farklı bir ülke bilmiyorum. Tamam kendimi geçtim de sizi kim getirdi buraya. Bu küçük butik otele. Bir saniye, telefon mu o çalan. Ahizeye dokunmayalı yıllar geçmiş, hem de kırmızı. Sizce açmalı mıyım? Hiçbir şey hatırlamıyorum, biraz hatırlasam anlatabilirdim olanları. Konuşmayacak mısınız? Sizi kim getirdi? Susmayacak bu telefon. “Buongiorno signore”. Bakma öyle, bildiğim tek şey İtalyanca olduğu. Üşümüyor musunuz siz, bu siyah derin yırtmacı olan elbisenin içinde. Pencereyi açsam iyi olacak, biraz hava girsin içeri. Görebildiğim tek şey deniz. Neredeyiz dersiniz? Yoksa beni kaçıran siz misiniz? Hatırladığım tek şey gece 2 sularında sokak sanatçılarını olduğu bir sokakta onları görmediğim bir köşede sessizce dinlediğim. Sonrası bir topuklu ayakkabı sesi, 29 adım ve sonrası sessizlik. Bir dakika, bu çiçeksi koku çok tanıdık. Sizi tanıyor muyum? Adınızı öğreneb, “Sofia”…
