Hiçbir sofra da geçmeyecek adın. Hiç konuşmayacağım seni. Bir kaç kişi gelecek geçecek yanı başımdan, bir iki dost omuzuma koyacak elini belki de ama ben hiç bakmayacağım o hazin hikayeye. Belki bir yerlerden, bir kapı aralığından izleyeceksin suretimi, belki de karanlık da parıldayacak incilerin. Dediğin gibi olacak her şey. Sıradan, basit, alelade. Tam dilimin ucuna gelecek gibi olacaksın biliyorum. Konuşursam tadın gider diye korkuyorum. Lal olsa da dillerim anlatmayacağım boş peynir tabaklarına. Sana değil garsona tutunacak ellerim, kapıya kadar eşlik edecek bana küçük küçük. Sensizce geçeceğim eve giden o küçük yoldan. Değil bu sokağa, hiç bir caddeye verilmeyecek adın, siliniverecek kaldırım taşlarından ayak izlerin. Demeyeceğim buradan geçtiğini. Sokak lambalarının yanmasına müsade etmeyeceğim. Sallana sallana bir şarkı mırıldanmak isteyecek dudaklarım. Nakaratı sana varınca ıslığa dönüşecek bütün kelimeler. Yokmuşsun gibi davranacağım, derme çatma evime bir kaç adım kala. Beslediğin sokak kedilerini görmezden geleceğim. Ayağıma sürtünecekler biliyorum. Belki de seni soracaklar hırıltılı seslerinle. Durup da o ince parmaklarının değdiği yerde gezmeyecek ellerim. Kilidini bulmakta zorlandığım kapının gıcırtısında gireceğim içeri. Hiç soluklanmadan oturacağım pencerenin hemen kenarında ki zigon sehpanın yanında ki tek ayağı aksak sandalyeme. El tiryakisi olduğum kalemi elime aldığım anda geleceksin arkamdan, uzun uzun bakacağım gözlerinin içine ve ben “ya olmasaydın seni nasıl anlatırdım” diyeceğim…
