Biz geldik Ercüment. Bu sefer tek değilim evet. Tanımazsın arkadaşları sen. Bu mahalleden değiller. Şu ileri de ağaçlıklı yolu hemen geçince düş sokağı var oranın sakinleri bunlar. Her ne kadar çok konuşmasalarda. Bizi görünce sarmaya başlamışsın hemen. O zaman al sen şu yetmişiki Türk lirasını, konuyu biliyorsun. Geçen bir gemi yanaşmış bizim bankın hemen önüne, sen gördün mü? Çok durmamış evet ama sen binip şehri terk edenleri gördün mü? Görmedin demek. Muallakta kalmış desene gitmek için yeltenenler. 3 Kişiyiz Ercüment sen bir tane sarmışsın. 3 misina var elimizde yani bize 3 mantar lazım ya da biraz bahane. İstersen gel diyeceğim de banka sığmaz bedenlerimiz. Gerçi düş sokağının güzide sakinleri ile kıramadık iki lafın belini. Üşüdünüz mü diyorum, ay ışıldar soğuk bedeninde diyorlar. İçim cız ediyor cümlelerinde, e ateş yakın diyorum, sevdan bir ateş diye cevap veriyorlar. Konu hep aşka geliyor. O sokakta oturmayı bu yüzden hakketmiyoruz işte Ercüment. Bilmiyoruz nasıl seveceğimizi, nedense söyleyemiyoruz sevdiğimizi. Onu bile esirgiyoruz sevdiklerimizden. Hoyratça mı seviyoruz bencilce mi? Bir küçük çapa tutuyor koca bir gemiyi. Bir küçük umuda bağlıyoruz bütün ümitleri. Siz ne diyorsunuz bu konu hakkında gençler. Vedalar doğru değil, sevgiler yalan değil mi? Demiştim sana Ercüment biz o sokakta oturmayı haketmiyoruz. Bak açık açık konuşuyorlar çocuklar. Bi de bize bak birazdan balıklara anlatacağım derdimi, tasamı, sevgimi, hüznümü. 7 Saniye sonra unutacaklar ve ben yine anlatacağım. Hiç sonunu getiremeyeceğim hikayemin ama olsun. Neyse Ercüment sırada bekleyen hastaların var. Senin mantarına aşıklar, aşıkların mantarına balıklar… Sen de Sağlıcakla kal…
