Bir adliye koridorunda bıraktım, başımdan aşağı dökülen lal gecelerimi. Kollarım da sevdiklerinin izi kalmış jandarma erleri. Ne ile suçlandığımı soramamanın hemen ertesi günüydü. Gözlerimin kırmızılığından korkan insanlar topluluğu. Bilemezlerdi ki yeni yazdığım sayfayı yıkamıştım yaşlarımla, sayfalarımın katiliydim aslında. Tıknaz, çelimsiz bir mübaşirin ağzına hiç yakışmamıştı adım. İçeri götürdüler beni, hem de bir başıma. Sanık mıyım Tanık mı diyemedim. Herkes otururken ayakta bıraktılar beni. Nefeslenseydim biraz iyi gelirdi belkide. Çok uzun sürmedi karar vermeleri, onlar sordu ben sustum. Ben sustum, katip yazdı… Son kalan insanlardan uzaklaşmaktaydı bedenim. Daha geçen sabah buluttan çiçekler ekmiştim sarı lalelerin hemen yanına. Onlar kahvaltıma eşlik edeceklerdi ben ise güneşi batıracaktım balkonumun korkuluklarına. Şimdi parmaklıklardan oluşan bir odadayım. Ne bulutlarımı alabildim ne de sulayabildim laleleri. Çentiklerle boyanmış duvarlarda aradım cümlelerimi. Bilemedim yutkunduğum yerde olduklarını. Yağmurlar beni ayıplamasın diye, ağlamadım. Kiralık gölgeler edindim kendime, bazen beni, bazen seni, bazen bizi anlattım. Her şeyden yarım, hepsinden biraz eksik. Kiralıktılar, onlarda gittiler. Kalemim olsaydı eğer yeni bir alfabe oluştururdum, yutkunduklarım kırılırdı. Neyse ki kalemim yok, yine kimseyi kıramadım.
