Radyo da bir iki tüttürmelik bir şarkı. Gün en aydınlık ve en sessiz diliminde. Bir tanıdık serinlik, bir tanıdık koku… Uzaklarda açan bir yasemen. Baktığım yeri görmelisin. Bir kaç arşın ötede derme çatma kulübe. Verandasın da iki karton bardakta kendini soğumaya bırakmış kahve. Her yer alabildiğine yeşil. Tek göz odadan içeri süzülmekte gün ışığı. Yaprakların hışırtısından başka bir ses bulunmamakta. Çimenlerin dansını görebiliyor musun şimdi? Büyümüşler boylu boyunca. Tek gözüne sığdırdığı tek kişilik yatağın hemen dibinde asılı kalmış tozlu çerçeve. 1 masa etrafında 2 boş sandalye, gökyüzü yıldızlı. Kahveleri resimden biri çıkarmışsa dışarı… Kurumuş yaprakta bir ayak sesi. Sakın ses yapmayın, bırakın girsin içeri. Soğumuş kahveden bir yudum alsın önce. Verandasına yayılsın hayalleri. Uzaktan gelmiş olmalı soluğundan belli. Güneş saçlarından, birileri hayatından çalmış. Büyüyen ot tanelerini izledikten hemen sonra içeri adımını atmakta. Simetrisi bozulmuş çerçeve de elleri. Değdiği yerleri terk ediyor toz taneleri. Esinti takip ediyor, zarif, narin tenini. Ses etmeyin lütfen, ilk gelişi değil belli. Demek buradan geliyor perili evin ismi… Masada ki iki boş sandalyeden birine, elinde soğuk kahvesi ile oturuyor. Yıldızlar emrine amade. Gün batımı geçiyor üstünden, otlar uykuya bırakıyor yeşillerini, radyo da küçük bir cızırtı, dışarı da ikinci bir ayak sesi…
